DİYARBAKIR- Ashab-ı Kehf'in hikayesi, MS. 80'li yıllara dayanmaktadır. Bu gençler, şehirlerinde putperestliğe karşı çıktıkları için kaçarlar ve 300 yıl sürecek bir uykuya dalarlar. Uyandıklarında, şehirlerinin inançlarında bir değişiklik olduğunu öğrenirler ve şehre davet edilirler. Ancak, mağaraya döndüklerinde vefat ederler ve mağaranın bir bölümü mabet, diğer bölümü ise mezar olarak kullanılır.
Bugün, Ashab-ı Kehf'in uyanış günü olarak kutlanan 28 Mayıs, Lice'de yüzyıllardır bir bayram olarak kabul edilmektedir. Bu olay, bölgenin kültür ve inanç yapısında önemli bir yer tutmaktadır.
Ashab-ı Kehf Mağarası
Dünyada, Ashab-ı Kehf mağarasının kendi sınırları içinde yer aldığını söyleyen otuz üç şehirden dördü bizim ülkemizdedir: Afşin, Efes, Tarsus ve Lice… Ancak, Lice’nin Duru/Deyrkam köyündeki mağara, Kur’an’da zikredilen Ashab-ı Kehf mağarasının özelliklerini tam olarak gösterdiği için, diğerleri arasından öne çıkar.
Ashab-ı Kehf olayı İslam’ın birinci kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’de, Kehf suresi 9-26 ayetlerinde, yani 17 ayette yer alır. Kur’an’ın bu olaya verdiği büyük önemden dolayı, memleketinde mağara bulunan her Müslüman topluluk, bu mağaranın kendi şehrinde bulunduğunu iddia etmiş ve onunla müşerref olmak istemiştir. Dünyada, bu mağaranın kendi sınırları içinde yer aldığını söyleyen otuz üç şehirden dördü bizim ülkemizdedir: Afşin, Efes, Tarsus ve Lice… Ancak, Lice’nin Duru/Deyrkam köyündeki mağara, Kur’an’da zikredilen Ashab-ı Kehf mağarasının özelliklerini tam olarak gösterdiği için, diğerleri arasından öne çıkar.
Lice’de, öteden beri Ashab-ı Kehf Mağarası olarak bilinen yer, gerçekten de Kur’an’da bahsedilen mağara tasvirine tam olarak uyar. Öncelikle Arapça’da insan yapımı veya doğal yolla oluşmuş her türlü mağaraya “Gar”, sadece insan eliyle yapılmış mağaraya da “Kehf” dendiğini hatırlayalım. Bir mağaranın kehf olabilmesi için, insan eliyle yapılmış, geniş bir mağara olması ve bir dağın eteğinde bulunması gerekir. Lice’deki mağarayı bu yönden ele aldığımızda, mağaranın geniş olduğunu, yüksek bir dağın eteğinde bulunduğunu görürüz. Ancak mağara tümüyle oyma/el yapımı değildir, uçurum tarafının örme duvarla kapatıldığı görülür. Oysa kehf olması için, bu tarafın da yukarıdaki tarafın kayasıyla ve tek parça olarak kapanmış olması gerekirdi.
Dikkatimi çeken bu durum, beni ayrıntılı bir inceleme yapmaya sevk etti. Bölgede yaptığım inceleme sonucunda dikkatimi çeken şey, mağaranın eksik olan uçurum tarafından kopan kaya parçalarının, aşağıdaki köyün yakınlarına kadar yuvarlandığı ve hâlâ orada durduğu gerçeği oldu. Demek ki, mağaranın uçurum tarafı geçmiş zamanlarda, belki bir deprem sebebiyle yıkılmış ve bunu gören yerel yöneticiler tarafından, mağaranın kaybolmaması adına taşla örülerek kapatılmış. Buraya dikilen kitabe, bugün de hâlâ görülebilir.
Mağarayı incelediğimizde, kapısı konumundaki giriş kısmının da düştüğünü ve buranın da duvarla örüldüğünü görürüz. Doğal halde bulunan bir mağaranın kapısı olamayacağı için, bu mağaranın insan eliyle yapılmış bir “kehf” olduğu açıkça ortaya çıkar.
Güneşin doğarken ve batarken mağaraya vuruş şekli de incelendiğinde, bu mağaranın Kur’an’da geçen mağara tanımına oldukça uyduğu açıkça ortaya çıkar. Kehf Suresi 17. ayete göre; güneş doğarken mağarayı geçip sağına vurur. Batarken de Ashab-ı Kehf’in üzerine çok kısa değip onları terk ederek, mağaranın soluna vurur. Buradan çıkan sonuç şudur: Böylesi bir mağaranın sağı ve solu olabilmesi için, mağaranın düz bir yerde değil de, bir dağın eteğinde olması gerekir.
Ayrıca, güneşin doğarken mağarayı geçip sağına vurabilmesi ve batarken onları terk edip mağaranın soluna vurabilmesi için, mağaranın dağın güneye bakan eteğinde olması gerekir ki, Lice’deki mağara tam da bu konumdadır.
Çok önemli ve ince bir nokta da şudur: Ayette geçen; “güneş doğarken mağarayı geçer, sağına vurur” ifadesi, “güneş ışınları mağaranın içine girmez” demektir. “Güneş batarken onları terk eder” denildiğine göre de, batarken güneş ışınları mağaranın içine girmekte ve Ashab-ı Kehf’i terk edip mağaranın soluna geçmektedir. Bu da şunu gösterir; mağara dağın güneye bakan eteğinde bulunuyor olsa da mağaranın giriş kapısı batıya bakar, ta ki batarken güneş ışınları mağaranın içine girebilsin.
Ashab-ı Kehf Kıssası
Ashab-ı Kehf “Mağara Arkadaşları”dır. İsimleri birçok kaynakta şu şekilde geçer: Mernuş (veya Enuş), Debernuş, Şazenuş, Kefeştatayyuş, Meslina, Mekselina (veya Mekselmina) ve Yemliha.
Yaşadıkları dönem MS.80’li yıllara tarihlenir. O yıllar Hz. İsa’nın (as) havarilerinin ve onların yetiştirdiği öğrencilerin, İseviliğin birer elçisi olarak her tarafa dağılıp, tebliğ faaliyetlerinde bulundukları yıllardır. Bunlardan biri de Dakyanus’un yönettiği, Lice yakınlarındaki Roma şehri Fis’e gelir.
Tefsir ve tarih kaynakları, Ashab-ı Kehf olayının geçtiği bu şehrin adını “Üfsus, Efsus veya Efsis” olarak verirler.
Bugün, harabeleri hâlâ görülebilen Fis şehrinin adının, Efsis isminden değişime uğramış olma ihtimali yüksektir.
Fis şehrine gelen tebliğci, Dakyanus’un şehrin girişine diktiği puta secde etmediği için şehre giremez ve yakınlardaki bir hamamda çalışmaya başlar. Bu da ona insanlarla irtibat kurma ve özellikle gençlere İseviliği tebliğ etme fırsatı verir. Ashab-ı Kehf başta olmak üzere birçok genç onun tebliğiyle Hz. İsa’nın (as) peygamberliğine inanmış ve gerçek mümin olmuşlardır. Şehrindeki bu değişimi fark edip, gerçeği öğrenen Dakyanus, inananlara puta tapmalarını, aksi halde öldürüleceklerini söyler. Bu arada yakın bürokrat ve komutanlarından altı kişinin de bu yeni dine girdiğini öğrenir.
Bu altı genç, Fis’in ileri gelen ailelerinin çocuklarıdır aynı zamanda. Dakyanus’un kendilerini aradığı haberini alır almaz, Yemliha adındaki yerli bir çobanla birlikte şehrin uzak bir yerindeki bir mağaraya sığınırlar. Ve tam 300 sene sürecek mucizevi uykuya burada dalarlar. Mağaranın avlusunda ön ayaklarını uzatmış şekilde duran köpekleri de aynı pozisyonda kalarak onların o uykularına iştirak eder.
Mü’min gençlerin şehirden kaçtığı haberini alan Dakyanus, sonunda onların sığındığı mağarayı bulur. Askerleriyle birlikte mağaranın giriş kısmının karşısına geldikleri an, mağaranın içinde uyuyan Ashab-ı Kehf’i ve avludaki köpeği görürler. O an hepsi de korkuyla geri kaçar.
Gördükleri manzara gerçekten olağanüstüdür. Sonrasında içeridekileri açlık ve susuzluğa mahkûm etmek düşüncesiyle, mağaranın aşağısı uçurum olan tek giriş yolunu kapatarak, geri dönerler.
Lice’deki Ashab- Kehf mağarasına giden tek yolu kapatmak için örülen duvar, Ashab-ı Kehf uyanmadan önce yıkılmış ve taşları bir ahır veya samanlık yapımında kullanılmıştır. Ama o duvarın yeri kaybolmasın diye yerine sembolik de olsa bir başka duvar inşa edilmiş ve kapı kadar bir giriş açık bırakılmıştır. O duvar hâlâ mevcuttur.
Ashab-ı Kehf’in Uyanışı
Kur’an-ı Kerim, Kehf Suresi 19. ve 20. ayetlerde, mağara arkadaşlarının uyanışını bize şöyle verir: “İşte böyle uyuttuğumuz (üç yüz yıl uykuda bıraktığımız) gibi onları uyandırdık da onlar birbirlerine sormaya başladılar. İçlerinden biri ‘Ne kadar uykuda kaldınız?’ dedi. Dediler ki: ‘Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık’. (Diğerleri de) ‘Kaldığınız süreyi Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz içinizden birini şu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangisinin yiyeceği daha helal/daha temiz ise size gıda olarak ondan getirsin. Ayrıca çok dikkatli davransın da sakın kimseyi sizin farkına vardırmasın. Çünkü onlar sizi ele geçirirlerse ya taşlayarak öldürürler ya da kendi dinlerine döndürürler ki o zaman ebediyen kurtuluşa eremezsiniz.’ dediler.”
Allah (cc) dostları olan bu insanların, uykuda kaldıkları üç yüz yıl süre içerisinde bedenlerinde yaşlanma olmadığı gibi, saçları ve tırnakları da uzamamıştır. Hatta elbiseleri dahi çürümemiş ve olduğu gibi kalmıştır. Yoksa “Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık” demezlerdi.
Kur’an’da geçen bu konuşmalardan sonra, Yemliha’yı Fis’e gönderirler. Şehre gelen Yemliha, yiyecek almak için bir fırına girer. Aldığı yiyeceklerin parasını vermek üzere, yaşadıkları dönemin Roma İmparatoru Domityanus’a ait gümüş parayı verince, fırın sahibi: “Bu para üç yüz yıl önceki dönemin parasıdır, sen define görmüş olmalısın. Ya beni de ortak edersin ya da seni şikâyet eder, ele veririm.” der. Yemliha “Ben define falan görmüş değilim, daha düne kadar da bu para buradaki yönetimin de kabul ettiği bir paraydı ve ahali tarafından da kullanılıyordu.” diye kendini savunur.
Sonuçta, yöneticilerin karşısına çıkarılan Yemliha, şehri yöneten hükümdarın Dakyanus olmadığını görür ve rahatlar. Şehir artık kendi inandığı dine inanan bir hükümdar tarafından yönetilmektedir. Yaşadıklarını anlattığı zaman her şey anlaşılır. Bu arada yöneticiler ve halk, büyük bir mucizeyle karşı karşıya olduklarını anlarlar. Yemliha’yla birlikte mağaraya dönüp, Ashab-ı Kehf’i şehre davet ederler. Bu daveti kendi aralarında istişare etmek için mağaraya giren yedi genç, orada vefat edip, bu kez uyanmayacakları sonsuz uykularına dalarlar.
Onların vefatından sonra, mağaranın giriş bölümü mabede çevrilir. Mağara bir duvarla iki bölüme ayrılır: Birinci bölüme mabet yapılır, ikinci bölüm ise Ashab-ı Kehf için mezar konumunda bırakılır.
O günün yönetimi, mağara arkadaşlarının uyandığı 28 Mayıs’ı bayram ilan eder. ölümden sonra yeniden dirilişin timsali olarak değerlendirilen “Uyanış Günü”, Diyarbakır-Lice’de yüzyıllardır aynı inançla kutlanmaktadır.
Kaynak: Diyarbakır Kültür ve Medeniyet Dergisi