DİYARBAKIR- Köklü bir tarih ve zengin bir kültür; Diyarbakır’ın hemen her ilçesi gibi Silvan’ı da kısaca böyle tanımlayabiliriz. Kalesiyle, köprüsüyle, antik mağaraları ve aşk efsaneleriyle hayalin ve gerçeğin, mimarî estetiğin ve meraklı hikayelerin iç içe geçtiği Silvan’ı kavrayabilmek için bir gözünüz arkaya, efsunlu geçmişe bakmalı her daim. O geçmiş, eski bir masalı andırır ve bu masalın ilk kahramanları bölgede uzun yıllar hüküm sürmüş güçlü Asurlulardır.

Silvan’ın kurucusu Asurlu hükümdarı Büyük Tigran olduğu için şehrin ilk adı Tigranokerta idi ve sonra Helenistik çağın en büyük ve önemli kentleri arasında sayıldı. Bizanslılar şehre ‘Şehitler Şehri’ anlamına gelen Martyopolis adını uygun buldular çünkü Mar Marutha, İran Hükümdarı II. Şapur tarafından katledilen kırk Hristiyan şehidin kemiklerini büyük bir merasimle kalenin kemerlerine gömmüştü. Güçlü bir kaleyle şehri Perslere karşı savunmakta başarılı olan Bizanslılar, Hz. Ömer’in komutanlarından İyaz bin Ganm’a karşı direnemediler ve Silvan 639 senesinden itibaren bir İslam şehrine dönüştü ve Meyyâfârikin ismini aldı. Sonrasında tarih sahnesinde Hamdaniler, Mervaniler, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Artuklular, Eyyubiler, Anadolu Selçukluları ve Moğollar görüldü. Şehri 1259 yılında zapt eden yıkıcı Moğollar, Silvan’ı da kısa zaman içinde harabeye dönüştürdüler.

Diyarbakır’ın en büyük ilçelerinden biri olan Silvan’da görkemli bir tarihin izini sürerken karşınıza yalnız etkileyici mimarî yapılar, antik mağaralar değil, dokunaklı aşk efsaneleri de çıkacak.

Bölgeyi yeniden imar eden İlhanlılar oldu, onları Akkoyunlu ve Karakoyunlu Beylikleri takip etti ve Silvan, Safevilere karşı kazanılan Çaldıran Savaşı’ndan sonra Osmanlı hakimiyetine girdi. 1873 yılında büyük bir ilçe olarak Diyarbakır’a bağlanan Silvan’da bugün, geçmişte onu kendisine başkent olarak seçmiş uygarlıkların görkemli izlerini görmek hâlâ mümkün.

Silvan’ın iki önemli tarihî eserini, yalnız muhteşem mimarisiyle değil, hazin aşk hikayesiyle anmak gerekir ki taştan yapılara ruh veren de efsaneye dönüşmüş bu hikâyelerdir zaten.

Zembilfroş efsanesi

 ‘Dünyada dolgu sistemiyle yapılan tek kale’ olarak bilinen Silvan Kalesi’nin burçlarından biriyle ilgili. Burca adını veren ve halk şarkılarına da konu olan ‘Zembilfroş Efsanesi’, bir yönüyle Yusuf ile Züleyha kıssasına benzer. Dünya nimetlerini ardında bırakıp zembil (sepet) satarak geçinen ve yörede Zembilfroş adıyla bilinen bir adamla, ona âşık olan Silvan Beyi’nin eşine dairdir bu efsane. Kadın, zembil alma bahanesiyle adamı saraya davet eder ve ona duyduğu aşkı ilan eder. Ancak adam, kadının aşkına karşılık vermez. Efsanenin, yine Yusuf ile Züleyha kıssası gibi iki farklı sonu var. Kimilerine göre Zembilfroş, Hatun’dan kurtulamayacağını anlar ve sarayın burçlarından kendini aşağı atar. Kimileri de Zembilfroş’un çaresiz kalıp canını alması için Allah’a yalvardığını ve o ölünce Hatun’un da aynı dilekte bulunarak öldüğüne inanır. O yüzden Silvan Kalesi’nin Zembilfroş Burcu’na bakanlar bugün bile bu dokunaklı hikâyeyi bir iç sızısıyla hatırlar. Üzerine bir ağıt gibi aşk efsanesi yakılmış̧ tarihî yapılar bir yönüyle hep benzersizdir. Nitekim ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmeyen Silvan Kalesi de elli burcu ve dokuz kapısıyla ihtişamlı bir eserdir. Kimi araştırmacılar, ilk kent surlarının milattan önce 77 yılında Büyük Tigran Krallığı kurulduğunda inşa edildiğini söyler. Şehir, yüzyıllar boyu o krallıktan bu beyliğe el değiştirdikçe kale onarılmış̧, sağlamlaştırılmış̧ ve yeni eklenen burçlarla ve surlarla genişletilmiştir.

Kaynak: Diyarbakır Kültür ve Medeniyet Dergisi

Kaynak: Diyarbakir.Net